Uzun süredir beklediğim film sinemalara gelince, yazma şevkini yeniden yakaladım :) Yaklaşık bir senedir beklediğim ve yönetmeni Guillermo Del Toro'nun proje aşamasından beridir süregelen iddialı açıklamaları neticesinde beklentilerimi yükselttiğim 'Pacific Rim' nihayet vizyona girdi.
En son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim, film beklentilerimi fazlasıyla karşıladı. Filmin başındaki 2-3 dakikalık özet kısım, Dünya'nın bulunduğu zor durumu güzelce açıklıyor. Sonrasında da film, finale kadar zaman zaman etkileyici aksiyon sahneleri, yer yer karakter tanıtımları ve de önemli bazı diyaloglar ve flashbackler ile akıcı bir yapı tutturuyor.
Senaryo; klişe öğeler içerse de, bunları dengeli bir şekilde kullanarak, ana konuyu ( ne kadar uçuk olsa da ) belli bir mantığa oturtarak ve de herşeyi 'Kahraman Amerika' figürüne bağlamayıp daha global bir düzene oturtarak, benim gözümde sınıfı geçiyor.
Cast seçimi ve oyunculuklar da yeterli. Özellikle, başrol erkek oyuncu Charlie Hunnam, mareşal rolünü canlandıran Idris Elba, her zamanki karizmasıyla Ron Perlman, sempatik bilimadamı rolünde Charlie Day ve de kısacık rolünde tek flashback sahnede oynayan küçük Asyalı kızımız Mana Ashida çok başarılılar. Tek gözüme batan rol, iki dahi genç bilimadamından sürekli hesap ve tahmin yapanıydı ( Burn Gorman ). Biraz fazla karikatürize bir tipleme olmasının yanında, oyuncu da role çok abartılı bir şekilde can veriyor.
Efektlere gelirsek, uzun süredir bu kadar etkilendiğimi hatırlamıyorum. Hem kusursuz bir işçilik hem de robot ve canavar tasarımlarında inanılmaz bir yaratıcılık ( Del Toro sağolsun) göze çarpıyor. Detayları izlerken çocuklar gibi şendim. :)
Son tahlilde; senaryo yer yer tahmin edilebilir olsa ve klişeler içerse de, etkileyici görsel efektleri, akıcı işleyişi, yeterli oyunculukları ve muazzam yaratıcı tasarımlarıyla, özellikle bilimkurgu sevenleri fazlasıyla tatmin edecektir. Gidin ve keyifle izleyin ve de lütfen film bitince birazcık sabredin, çünkü yazılar bittiğinde keyifli bir sürpriz sahne sizleri bekliyor... :)
21 Temmuz 2013 Pazar
23 Ocak 2013 Çarşamba
Favorilerim - 8 : Beasts of the Southern Wild (2012)
Bu senenin sürprizlerinden biriyle karşınızdayım bu sefer. 2012 Sundance Film Festivali`nde en iyi film seçilen bu filmde, babası ile birlikte Lousiana eyaletinin güneyinde, çok insani olmayan şartlarda yaşayan küçük bir kız çocuğunun hikayesi anlatılıyor. Küçük bir setle ayrılmış, neredeyse tecrit edilmiş bir bölgede, çok zor şartlar altında, diğer arkadaşlarıyla hayata tutunmaya çalışan baba-kızın hikayesi, izlemesi zaman zaman çok üzücü ve zor olsa da, filmin farklı anlatım dili sayesinde yer yer komik, ilginç, hatta doğa üstü sahnelere de yer vermesiyle gerçekten akıcı bir seyirlik halini alıyor. Bunda, küçük kızın hayalle gerçeği harmanladığı iç dünyasının filme güzel bir şekilde yedirilmesi neden oluyor. Ki bazı sahneler çok rahatlıkla hayal dünyası gibi algılanırken, bazı sahnelerde gerçek mi diye kararsızliğa düşüyorsunuz. Bu yönleriyle filmi nispeten Big Fish`te olduğu gibi bir masala benzetiyorum, ama bu genel hatlarıyla daha sert ve gerçekçi bir masal...
Oyunculuklarda, filmin parlayan yıldızı kesinlikle, küçük kız çocuğunu canlandıran 6 yaşındaki Quvenzhané Wallis. Film çekildiğinde 6 yaşında olan kızımız, şu anda 9 yaşında ve bir ay sonraki Oscar ödül töreninde en iyi kadın oyuncu dalında yarışacak. Aynı zamanda en genç oyuncu adaylığına da sahip olmuş durumda. Filmde de inanılamayacak kadar doğal ve etkileyici bir oyunculuk sergileyerek, benim favorim haline gelmiş durumda. Ama hala bazı sahnelerde, yönetmenin ona istediği tepkileri nasıl anlattığı ve kızın da bunu nasıl anlayıp da muthiş bir performansla sergilediğini anlayamıyorum...
Yönetmenimiz Benh Zeitlin, sadece 30 yaşında (ne yazık ki benimle yaşıt :) ) ve bu da ilk uzun metrajlı filmi. Aynı zamanda bu filmle en iyi yönetmen, film ve senaryo dalında da adaylıklar kazanmış durumda. Filmi izleyince insanın pek inanası gelmiyor bu bilgilere, ama kesinlikle doğru ve benim gibi yönetmenlik hayalleri olan insanlara da umut veriyor... :))
Müzikleri ve sahne uyumları da çok başarılı olan filmin kurgusu, senaryosu ve az da olsa kullanılan efektleri de sorunsuz.
Bazı yerlerinde çok eğleneceğiniz, zaman zaman da duygulanıp ağlayabileceğiniz bu çok gerçekçi masalı izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum...
17 Ocak 2013 Perşembe
Favorilerim - 7 : Flight (2012)
Filmimiz çok gerçekçi ve etkileyici çekilmiş bir uçuş sahnesiyle başlıyor. Efektlerin çok temiz olduğu ve sırıtmadığı bu nispeten uzun sahne boyunca heyecanlanmamak ve hayran kalmamak mümkün değil. Film bu sahneden sonra meydana gelen olayin analizi şeklinde ilerliyor Ki bence iyi de yapıyor ve elimize psikolojik derinliği olan, karakter odaklı ilerleyen, içinden güzel dersler çıkarılabilecek nitelikli bir film geçiyor.
`Kahraman` pilot rolünde Denzel Washington adeta döktürüyor. Neredeyse bütün sahnelerde görünmesine rağmen hiçbir anda karakterdeki inandırıcılığını kaybetmiyor. Senenin en iyi 2-3 performansından biri diyebileceğimiz bu rolle Oscar`a da göz kırpıyor, ama en büyük şanssızlığı, Daniel Day Lewis`in bir filmde oynamaya ikna edildiği yıllardan birine denk gelmiş olması. :) Diğer etkileyici performanslara değinmek gerekirse, Kelly Reilly bagımlı kadın rolünde çok başarılı ve akılda kalıcı. Yan rollerin krallarından ( Steve Buscemi ile birlikte ) John Goodman da filme hem müthis bir karakter kazandırıyor, hem de filmin içine mizah öğesinin katılmasinı sağlayarak farklı bir ton kazandırmış oluyor.
Senaryosu genel anlamda sorunsuz olan filmin kurgusu da çok başarılı ve filmin akıcı bir şekilde izlenebilmesini sağlıyor. Açıkçası kendi adıma filmin finalini de beğendiğimi söyleyebilirim rahatlıkla.
Sonuç olarak Robert Zemeckis`in dönüşü muhteşem olmuş ve umarım animasyon sevdasından vazgeçmistir... :)
14 Aralık 2012 Cuma
Favorilerim - 6 : Uzun Hikaye (2012)
Bu sefer yerli bir filmin heyecanıyla yazıyorum. Osman Sınav'ın yaklaşık 10 senedir gerçekleştirmeye çalıştığı bu film, Mustafa Kutlu'nun aynı adlı romanından uyarlama. Rahatlıkla bir yol filmi olarak tanımlanabilecek bu filmde, genelin aksine bu sefer tren başrolde. Bulgaryalı Ali ve çekirdek ailesinin hikayesini anlatan bu filmin esas merkezini baba-oğul ilişkisi oluşturuyor. Anlatıldığı dönem gereği sol-sağ ayrımının net olduğu ve genelde solcuların komünist ve vatan haini olarak fişlendikleri sıkıntılı süreçte, doğruları savunan ve tertemiz kalbiyle sürekli hakkın ve haklının yanında olan Ali karakteri genelde belli bir yerde uzun süre barınmayı beceremiyor ve göçebe bir hayata zorlanıyor. Baba-oğul arasındaki ilişki de zaman ve mekan değişikliği ile birlikte sürekli değişiyor.
Film, siyasi anlamda bulunduğu dönemi anlatıyor olsa da, günümüzle rahatlıkla bağdaştırılabilen birçok olay ve karakter ihtiva ediyor. Özellikle müdür karakteri, günümüzde bakkal bile olamayacak birçok üst düzey görevliyi andırıyor. Keza zabıta karakteri de , bu zamanlardaki (ve aslında ne yazık ki her zaman diliminde eksik olmayan) kraldan çok kralcı zihniyetin bir uzantısı olarak görülebilir.
Açıkçası romanı okumadım ve karşılaştırmalı bir yorum yapamayacağım, ama senaryo bana temiz ve nitelikli göründü. Özellikle içindeki bazı yan hikayelerle (favorim sakat çocuğun hikayesiydi) başarılı şekilde desteklenen senaryoyu beğendiğimi söyleyebilirim. Sadece gül sahnesi bana biraz abartılı geldi ve bence görsel efekt olarak yetersiz kaldı.
Oyunculuklara gelirsek, Ali rolünde Kenan İmirzalıoğlu çok başarılı. Neredeyse her sahnede görünmesine rağmen, hiçbir anda inandırıcılığını ve doğallığını kaybetmiyor ve yaşayan bir karakter yaratmayı başarıyor. Bir röportajında Osman Sınav ile birlikte 10 yıldır bu projenin gerçekleşmesini ve bu rolü oynamayı beklediğini, ama iyi ki bu kadar süre geçtiğini ve oyunculuğunun bu karakterin hakkını verecek kadar olgunlaştığını söylüyordu. Bence de sonuna kadar haklı ve sonuçta da çok başarılı olmuş. Diğer yandan, oğlunu üç ayrı yaş diliminde oynayan üç ayrı oyuncu da birbirinden başarılı ve inandırıcı olmuş. Keza yan karakterlerde Altan Erkekli, Güven Kıraç ve birçok yetkin oyuncu da kendilerinden beklenen doğallıkta hikayeye çok önemli katkıda bulunmuşlar. Belki tek itiraz edilebilecek oyuncu, Ali'nin eşi rolündeki Tuğçe Kazaz, ama genel görüşün aksine, bir iki sahnedeki inandırıcılıktan uzaklık dışında benim gözüme çok batmadı. Özellikle fiziksel olarak da karaktere çok uyduğunu düşünüyorum.
Filmin müzikleri de en büyük artılardan biri. Hem tek başlarına çok başarılılar, hem de sahneye uyumları müthiş. Mızıka etkisine de bayıldım birkaç kısımda. Ayrıca filmin sonunda hemen kalkıp gitmeyin, Safiye Ayla'yı dinleyin bence.
Son olarak, uzun süredir kaliteli ve sıcak bir yerli yapıma hasretseniz ve iki saatiniz varsa, fazla düşünmeden izleyin bu filmi, pişman olmazsınız...
16 Temmuz 2011 Cumartesi
Favorilerim-5 : El Secreto de Sus Ojos - Gözlerindeki Sır (2009)

Uzun süreli sessizliğimi bozma zamanı gelmişti. Sanırım yaklaşık 1,5 senedir herhangi bir şey yazmamıştım. Sessizliği de çok sağlam bir filmle bozmak istediğim için, bu filmi seçene kadar bayağı kafa patlattım... :)
Arjantin - İspanya ortak yapımı olan bu film ; favori olmadığı yabancı Oscar yarışmasında (güçlü ve nispeten daha favori filmler Fransız "Un Prophete" ve Alman "The White Ribbon" idi) , ödülü kazanarak dikkatimi çekti. Daha sonra hakkındaki yorumları okudum ve büyük bir izleme isteği doğdu içimde. İzledikten sonra, yazılar akarken hayran hayran sırıttığımı çok iyi hatırlıyorum. Ödülü gerçekten de haketmiş diye düşündüm o anda...
Film bir cinayet ve devamındaki hukuk sürecini anlatıyor. Bu davayı takip eden avukat ve savcılar aracılığıyla, adalet sistemini sorgulayan, derinlikli, ama anlatımı nedeniyle de bir o kadar kolay izlenir bir işleyişe sahip. Uzun bir sürece yayılan soruşturma sürecinde, insan ilişkileri çok inandırıcı bir şekilde aktarılıyor.
Film içinde, inandırıcı, imrenilesi ve güzel de bir aşk hikayesi bulunduruyor, ama klasik Hollywood filmlerindeki araya romantizm sosu da katalım türünden değil kesinlikle. Ayrıca , temelinde dram olsa da, müthiş gerilimli sahnelere (özellikle asansör sahnesi) ve gerçekten güldüren komik anlara da sahip...
Oyunculuklar çok başarılı, sırıtan bir tane karakter ve oyuncu performansı bile yok. Özellikle Ricardo Darín, Soledad Villamil, Guillermo Francella ve Javier Godino adeta oyunculuk dersi veriyorlar.
Yönetmen Juan José Campanella, zaten çok başarılı bir filme imza atmış, ama özellikle filmin ortalarından sonraki tek plan çektiği stadyum sahnesinde adeta şov yapmış. Birçok yönetmenin çekmeye cesaret edemeyeceği zorlukta bu sahne için bile , bu filmi önermekten çekinmezdim. Ama zaten elimizde; akıcı ve içi dolu senaryosu; başarılı oyunculukları; hem dram, hem gerilim (asansör sahnesi, hala rahatsız oluyorum aklıma gelince), hem de komedi öğelerini çok dengeli kullanmasıyla kusursuza yakın bir film olduğu için, şiddetle bu filmi kaçırmamanızı tavsiye ederim. İyi seyirler... :)
3 Mart 2010 Çarşamba
Favorilerim-4 : Los Lunes Al Sol - Güneşli Pazartesiler (2002)

"this film is not based on a real story it is based on thousands"
Bu filmin tanıtım cümlesi bu, ki filmi gerçekten çok iyi anlatıyor. Bazı filmler için, "hayatın içinden" denir. Çok gerçekçidir, adeta kamerayı hissetmezsiniz, sanki gerçekten yaşayan insanların, yaşanan olayların gizli izleyicisisinizdir. Bu film de, benim adıma bu tanımlara en çok uyan filmlerin başında gelir.
Filmde, işsiz liman çalışanlarının hikayesi konu alınıyor. Genelde toplandıkları bardaki diyalogları, işsizliğin aile yaşamlarına etkileri, içinde bulundukları duruma gösterdikleri farklı tepkiler gerçekten iyi işlenmiş.
Özellikle, "ağustos böceği-karınca hikayesi" ne getirdiği çarpıcı yorum ve Santa karakterinin içinde olduğu birçok diyalog gerçekten güldürüyor izlerken. :) İnönü Stadı yakınındaki "beleş tepe" nin İspanya'da da olduğunu görmek de şaşırtıyor insanı. :)
Oyunculuklar çok doğal ve başarılı. Filme önemli anlamda güç katan etken olarak duruyor. Özellikle Javier Bardem'i ayrı bir yere koyabiliriz. Filmde kilolu ve bol sakallı haliyle tanıyamayabilirsiniz. Gerçekten beni en çok etkileyen oyuncu performanslarından birine imza atmış.
Ayrıca; filmin İspanya'da Goya ödüllerinde 5 dalda ödül aldığını ve İspanya'nın Oscar'a aday adayı olarak gönderdiği film olduğunu belirtmek istiyorum.
Ben bu filmin afişini, Ankara'da bir sinemada görüp, kesin güzeldir bu film diye düşünüp, DVD aracılığıyla izlemiştim. Gerçekten afişi kadar başarılı bir film çıktı. :) Buradan , haberi olmayanlara da bu filmi tanıtmak, açıkçası beni çok mutlu ediyor... :) Bu filmi kaçırmayın...
1 Mart 2010 Pazartesi
Favorilerim-3 : Oldboy (2003)

Sinemada izleyebildiğim için çok sevindiğim bir filmdir Oldboy. Sinemalarımıza gelmesi bile çok sevindiriciydi. çok iyi hatırlıyorum, İstanbul'da 5 sinemada gösterime girmişti. ben de aylar boyu hakkında müthiş yorumlar okuduğum bu filmi internetten indirip izlemek istemiyordum. Sonunda sinemada izlediğimde de yorumların kesinlikle abartılı olmadığını
anladım.
Bu film seyrettiğim bütün filmler içinde açık ara en rahatsız edici ama aynı oranda da etkileyici olanıdır. Ayrıca Güney Kore sinemasını bana tanıtan filmdir. Sonrasında izlediğim diğer Güney Kore filmleri de çok başarılı olsa da,hala bu filmi alt eden olmadı. :)
Bir intikam filmi olarak tanımlanabilecek bu filmin (ki yönetmenin intikam üçlemesinin 2. ayağını oluşturan filmdir aynı zamanda) konusu; bir adamın zorla kaçırılıp 15 sene bir odada tutulması ve sonra da serbest bırakılması olarak anlatılabilir. Tabi; neden kaçırıldı, neden 15 senetutuldu, neden serbest bırakıldı gibi soruların hepsinin cevabı filmde mevcut ve bazılarının cevabı çok sinir bozucu. Rahatsız edicigelişmelerin yanında, izlemesi zor bazı sahnelere de sahip olduğundan, filmi aç karnına izlemenizi öneriyorum. :)
Filmin artıları; sürekli gelişen ve merak uyandıran müthiş senaryosu, başrolde oynayan aktörün(Min Sik Choi) eşsiz performansı, yönetmenin müthiş görsel anlatımı ve size zorla soundtrack'ini aldırtacak olan çok başarılı müzikleri. Eksileri var mı diye düşündüm, açıkçası rahatsız edici sahneleri dışında bir eksisi yok, ki filmin
içinde beni rahatsız etmedi. Hassas bünyeler için eksi olarak düşünülebilir.
Filmin yönetmeni olan Chan Wook Park, bu filmden sonra takip ettiğim yönetmenler arasına girdi ve bu filmdeki seviyeye ulaşamasa da, diğer filmlerini de genelde başarılı buldum. Özellikle, kızı için çektiğini belirttiği (çünkü kızı sürekli filmlerini seyretmek istiyormuş, ama bu filmi de izlerseniz, anlayacaksınız, pek kızının izleyebileceği filmler çekmiyor. Bu yüzden kızının da izleyebileceği bir film çekmeye karar vermiş) "I'm a Cyborg, but that's OK" isimli filmi, bu filme yakın güzellikte bir film.
Genellikle film biter, yazılar akarken siz çoktan sinemadan çıkmış ya da dvd playerı
kapatmış olursunuz. Bu film bittikten sonra, yazılar akarken koltuğunuza çökmüş bir şekilde
bir süre kalacağınızı garanti edebilirim.
Sonuç olarak, hepinizi bu müthiş deneyimi yaşamaya çağırıyorum...
İlginç Foto-1

Açıkçası bu fotoğrafı gördüğümden beri gülüyorum. Öndeki oyuncunun müthiş konsantrasyonu ve arkadaki Keita'nın röportaj yapılırken arkadan kadraja giren tiplerden farksız duruşu. :)) Bir de güzel gülmüş, poz vermiş adeta. Bakıyorum bakıyorum, bu fotoğrafı hala çözemiyorum, ama gülmeye devam ediyorum... :))
26 Şubat 2010 Cuma
Favorilerim-2 : The Hangover (2009)

Hayatım boyunca izlediğim komedi filmlerinde ilk 3'e rahatlıkla girer. Son 10 yılı düşünürsem de en iyisi kesinlikle...
Film; 4 kafadarın Las Vegas'a bekarlığa veda partisi için gitmeleri, ama işlerin kontrolden çıkıp damadı kaybetmeleri ve bulmaya çalışmaları şeklinde gelişiyor. Konu çok basit, ama bu konudan bu kadar hoş bir komedi filmi çıkması da yönetmenin (Todd Philips) büyük başarısı bence.
Bir kere komedi filmlerinin genel anlamda en büyük eksisi olan, tempoyu ayarlayamama ve komik anları filmin geneline dağıtamama sorununu aşmış. Filmde hareket başlıyor ve film bitene kadar tempo hiç düşmüyor. Absürd anlar ve zekice espriler güzel harmanlanmış.
Filmde olayları, karakterlerle birlikte çözmeye çalışmamız güzel olmuş. Flashback yönteminin filmin finalinde fotoğraflarla kullanılması (ki çoğu kişi için filmde en çok gülünen anlar olacaktır) müthiş bir fikir gerçekten de.
Oyuncu seçiminde de nokta atışı yapılmış adeta. Özellikle Yunan asıllı Zach Galifianakis filmi sırtlıyor. Kısa rolünde Mike Tyson da hoş bir sürpriz olmuş.
Filmin müzikleri de çok doğru seçimler, filmin temposuna başarıyla uyum sağlamış. Özellikle, finaldeki fotoğraflarla birlikte çalan şarkı cuk oturmuş :) Bir de "Who let the dogs out" sahnesi var ki, hatırladıkça gülmemek elde değil :)
Bu filmi muhakkak izleyin, ben sinemada 4 kere izledim (evet bence de manyaklık, ama sebeplerim vardı :) ) , her birinde de bir önceki kadar güldüğümü söyleyebilirim...
Altın Ayı'mız var artık... :)

Bu arada ben de filmi izlemek, hatta üçlemeyi baştan sona izlemek için sabırsızlanıyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)