3 Mart 2010 Çarşamba

Favorilerim-4 : Los Lunes Al Sol - Güneşli Pazartesiler (2002)


"this film is not based on a real story it is based on thousands"
Bu filmin tanıtım cümlesi bu, ki filmi gerçekten çok iyi anlatıyor. Bazı filmler için, "hayatın içinden" denir. Çok gerçekçidir, adeta kamerayı hissetmezsiniz, sanki gerçekten yaşayan insanların, yaşanan olayların gizli izleyicisisinizdir. Bu film de, benim adıma bu tanımlara en çok uyan filmlerin başında gelir.
Filmde, işsiz liman çalışanlarının hikayesi konu alınıyor. Genelde toplandıkları bardaki diyalogları, işsizliğin aile yaşamlarına etkileri, içinde bulundukları duruma gösterdikleri farklı tepkiler gerçekten iyi işlenmiş.
Özellikle, "ağustos böceği-karınca hikayesi" ne getirdiği çarpıcı yorum ve Santa karakterinin içinde olduğu birçok diyalog gerçekten güldürüyor izlerken. :) İnönü Stadı yakınındaki "beleş tepe" nin İspanya'da da olduğunu görmek de şaşırtıyor insanı. :)
Oyunculuklar çok doğal ve başarılı. Filme önemli anlamda güç katan etken olarak duruyor. Özellikle Javier Bardem'i ayrı bir yere koyabiliriz. Filmde kilolu ve bol sakallı haliyle tanıyamayabilirsiniz. Gerçekten beni en çok etkileyen oyuncu performanslarından birine imza atmış.
Ayrıca; filmin İspanya'da Goya ödüllerinde 5 dalda ödül aldığını ve İspanya'nın Oscar'a aday adayı olarak gönderdiği film olduğunu belirtmek istiyorum.
Ben bu filmin afişini, Ankara'da bir sinemada görüp, kesin güzeldir bu film diye düşünüp, DVD aracılığıyla izlemiştim. Gerçekten afişi kadar başarılı bir film çıktı. :) Buradan , haberi olmayanlara da bu filmi tanıtmak, açıkçası beni çok mutlu ediyor... :) Bu filmi kaçırmayın...

1 Mart 2010 Pazartesi

Favorilerim-3 : Oldboy (2003)


Sinemada izleyebildiğim için çok sevindiğim bir filmdir Oldboy. Sinemalarımıza gelmesi bile çok sevindiriciydi. çok iyi hatırlıyorum, İstanbul'da 5 sinemada gösterime girmişti. ben de aylar boyu hakkında müthiş yorumlar okuduğum bu filmi internetten indirip izlemek istemiyordum. Sonunda sinemada izlediğimde de yorumların kesinlikle abartılı olmadığını
anladım.
Bu film seyrettiğim bütün filmler içinde açık ara en rahatsız edici ama aynı oranda da etkileyici olanıdır. Ayrıca Güney Kore sinemasını bana tanıtan filmdir. Sonrasında izlediğim diğer Güney Kore filmleri de çok başarılı olsa da,hala bu filmi alt eden olmadı. :)
Bir intikam filmi olarak tanımlanabilecek bu filmin (ki yönetmenin intikam üçlemesinin 2. ayağını oluşturan filmdir aynı zamanda) konusu; bir adamın zorla kaçırılıp 15 sene bir odada tutulması ve sonra da serbest bırakılması olarak anlatılabilir. Tabi; neden kaçırıldı, neden 15 senetutuldu, neden serbest bırakıldı gibi soruların hepsinin cevabı filmde mevcut ve bazılarının cevabı çok sinir bozucu. Rahatsız edicigelişmelerin yanında, izlemesi zor bazı sahnelere de sahip olduğundan, filmi aç karnına izlemenizi öneriyorum. :)
Filmin artıları; sürekli gelişen ve merak uyandıran müthiş senaryosu, başrolde oynayan aktörün(Min Sik Choi) eşsiz performansı, yönetmenin müthiş görsel anlatımı ve size zorla soundtrack'ini aldırtacak olan çok başarılı müzikleri. Eksileri var mı diye düşündüm, açıkçası rahatsız edici sahneleri dışında bir eksisi yok, ki filmin
içinde beni rahatsız etmedi. Hassas bünyeler için eksi olarak düşünülebilir.
Filmin yönetmeni olan Chan Wook Park, bu filmden sonra takip ettiğim yönetmenler arasına girdi ve bu filmdeki seviyeye ulaşamasa da, diğer filmlerini de genelde başarılı buldum. Özellikle, kızı için çektiğini belirttiği (çünkü kızı sürekli filmlerini seyretmek istiyormuş, ama bu filmi de izlerseniz, anlayacaksınız, pek kızının izleyebileceği filmler çekmiyor. Bu yüzden kızının da izleyebileceği bir film çekmeye karar vermiş) "I'm a Cyborg, but that's OK" isimli filmi, bu filme yakın güzellikte bir film.
Genellikle film biter, yazılar akarken siz çoktan sinemadan çıkmış ya da dvd playerı
kapatmış olursunuz. Bu film bittikten sonra, yazılar akarken koltuğunuza çökmüş bir şekilde
bir süre kalacağınızı garanti edebilirim.
Sonuç olarak, hepinizi bu müthiş deneyimi yaşamaya çağırıyorum...

İlginç Foto-1


Açıkçası bu fotoğrafı gördüğümden beri gülüyorum. Öndeki oyuncunun müthiş konsantrasyonu ve arkadaki Keita'nın röportaj yapılırken arkadan kadraja giren tiplerden farksız duruşu. :)) Bir de güzel gülmüş, poz vermiş adeta. Bakıyorum bakıyorum, bu fotoğrafı hala çözemiyorum, ama gülmeye devam ediyorum... :))

26 Şubat 2010 Cuma

Favorilerim-2 : The Hangover (2009)


Hayatım boyunca izlediğim komedi filmlerinde ilk 3'e rahatlıkla girer. Son 10 yılı düşünürsem de en iyisi kesinlikle...
Film; 4 kafadarın Las Vegas'a bekarlığa veda partisi için gitmeleri, ama işlerin kontrolden çıkıp damadı kaybetmeleri ve bulmaya çalışmaları şeklinde gelişiyor. Konu çok basit, ama bu konudan bu kadar hoş bir komedi filmi çıkması da yönetmenin (Todd Philips) büyük başarısı bence.
Bir kere komedi filmlerinin genel anlamda en büyük eksisi olan, tempoyu ayarlayamama ve komik anları filmin geneline dağıtamama sorununu aşmış. Filmde hareket başlıyor ve film bitene kadar tempo hiç düşmüyor. Absürd anlar ve zekice espriler güzel harmanlanmış.
Filmde olayları, karakterlerle birlikte çözmeye çalışmamız güzel olmuş. Flashback yönteminin filmin finalinde fotoğraflarla kullanılması (ki çoğu kişi için filmde en çok gülünen anlar olacaktır) müthiş bir fikir gerçekten de.
Oyuncu seçiminde de nokta atışı yapılmış adeta. Özellikle Yunan asıllı Zach Galifianakis filmi sırtlıyor. Kısa rolünde Mike Tyson da hoş bir sürpriz olmuş.
Filmin müzikleri de çok doğru seçimler, filmin temposuna başarıyla uyum sağlamış. Özellikle, finaldeki fotoğraflarla birlikte çalan şarkı cuk oturmuş :) Bir de "Who let the dogs out" sahnesi var ki, hatırladıkça gülmemek elde değil :)
Bu filmi muhakkak izleyin, ben sinemada 4 kere izledim (evet bence de manyaklık, ama sebeplerim vardı :) ) , her birinde de bir önceki kadar güldüğümü söyleyebilirim...

Altın Ayı'mız var artık... :)




Açıkçası çok gururlandım bu haberi aldığımda. Semih Kaplanoğlu'na ne kadar teşekkür etsek azdır. Bal isimli filmiyle Altın Ayı'yı aldı ve çok büyük bir iş başardı. Tamamen kendi sinema dilini ve imkanlarını kullanarak, özel bir ödül kazandı. Tabii bunu Türk sinemasına ne kadar mal edebiliriz, orası tartışılır. Türk sinemasının hala daha kaliteli yapımlara ihtiyacı var, nicelik kadar niteliğe de dikkat edilmesi şart. Ama sonuçta bir Türk filmi olduğu için, adımızın geçmesi bile güzel.
Bu arada ben de filmi izlemek, hatta üçlemeyi baştan sona izlemek için sabırsızlanıyorum.

Favorilerim-1 : Sideways (2004)




Blog paylaşımlarıma en sevdiğim filmlerden biriyle başlamak istedim. Genelde çok fazla değer verilmeyen bir film olduğunu düşünürüm bu filmin. Arkadaşlarıma deli gibi film öneren biriyimdir ve bu da hep ilk sıralarda gelir.
Yol filmi tanımı rahatlıkla kullanılabilir bu film için. İki çok başarılı aktörün (Paul Giamatti ve Thomas Haden Church) çok özel performanslarıyla sürüklediği, komedi-dram öğelerini çok dengeli kullanan, Amerikan bağımsız sinemasından çok hoş bir örnektir.
Filmi önerdiğim ve beğenmeyen arkadaşlarımdan duyduğum filmin çok temposuz olduğu, akmadığı oldu hep. Ki bu film, bana hep birçok aksiyon filminden daha tempolu gelmiştir. Filmin içine girmekle alakalı bir durum sanırım bu. Çünkü film; doyurucu diyaloglar, özenli çekilmiş sahneler ve gerçekten usta işi oyunculuklarla akıp gidiyor. Filmde hiçbir sahnenin fazla olmadığını ve hepsinin filmin gidişatına katkısı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Başlangıcı ve bitişindeki kapı vurma sesi, sonuna gereksiz diyaloglar eklenmeden bitirilmesi, insanı güldüren sahneleri (cüzdanı geri alma sahnesi; iki arkadaşın çok zıt olup, amaçlarının farklılığından doğan atışmaları; bunalımlı karakterin şarap tattıran elemana barmen muamelesi yapması ve devamı,...) , gerçekten çok üzücü sahneleri (bence en vurucusu, özenle beklettiği şarabı içtiği o an ve buna neden olan haber) ile tamamen olmuş bir filmdir.
Virginia Madsen'ın oynadığı karakterin şarabı neden sevdiğini anlattığı sahneye özellikle bayılırım. O nasıl güzel bir anlatımdır. Neden sorusunu bu kadar dolduran bir cevap bulmak zor...
Paul Giamatti de karakteri yaşamış adeta, zaten özel oyuncularımdandır kendisi...
Bence izleyin , izletin, bu cevheri kaçırmayın. Şarap eşliğinde izlemenizi de tavsiye ediyorum, yanında da peynir tabağı :)
Ama bu film açık ara en riskli filmdir önerdiklerim arasında :) Çünkü önerdiklerim ya çok beğendi ya da nefret etti bu filmden. Beğenenler çoğunlukta olur umarım...

Hoşgeldiniz...

Açıkçası bir blog oluşturmayı hep düşündüm. Aklımdakileri sanal alemde paylaşmak, bazı konularda kendi yorumumu yapıp, ziyaretçilerimin (olursa :) ) yorumlarıyla tartışma ortamı yaratmak istedim. Sonunda kendimce bir blog oluşturdum. Yazılarım genelde sinema ve spor üzerine olacaktır. Bunun dışında nadiren de olsa başka konulara değinebilirim. Hadi bakalım diyerek paylaşımlarıma başlıyorum... :)